Siz de işe giderken zaman zaman nefes almakta zorlandığınızı hissediyor musunuz? Her pazar akşamı başınız ağrıyor mu? İşe giderken ayaklarınız geri geri mi gidiyor? Kaç kez çalışma arkadaşlarınızın olumsuz iletişim biçimleri yüzünden kendinizi zayıf hissettiniz? Yoğun, stresli ve sağlıksız çalışma ortamlarına ayak uyduramadığınız, orayı terk etmek istediğiniz için yeterince profesyonel olmamakla suçlandınız mı? Baskıyı kaldıramadığınız için size kendinizi suçlu hissettirdiler mi? İş hayatında bu duygular ve durumları deneyimliyorsanız yalnız değilsiniz.
Ne yazık ki çoğunlukla iş yaşamında duygulara yer verilmiyor. “Profesyonel olmak” etiketi altında insanlara hiçbir duyguya yer vermemek, makine gibi çalışmak teşvik ediliyor. Duygulara yer vermediğimiz takdirde başarılı olabileceğimize dair inanışlar empoze ediliyor. Ancak iş hayatı zaman zaman stresli ve yorucu olabilir. Tüm bunlarla birlikte kişisel hedefleriniz ve hırslarınız baskın olduğunda olumsuz duygu ve durumlar kaçınılmaz olur. Peki iş yaşamında duygularımızı gerçekten kapıda mı bırakmamız gerekir? Profesyonel yaşamda duygularımızı nasıl yönetebiliriz?
İş hayatında duygular yok mu sayılıyor?
Yoğun, stresli, sağlıksız ortamlarda iş hayatını sürdüren çalışanlar, ya çevreye uyum sağlama ya da onu terk etme eğiliminde olurlar. Sağlıksız çalışma ortamlarına uyum sağlayabilenler kendilerini güçlü profesyoneller olarak etiketleyerek eylemlerini haklı çıkarırlarken, bu iş ortamlarını terk edenleri baskıyı kaldıramayan zayıf insanlar olarak görme eğilimindedirler.
Genellikle, sağlıksız bir iş ortamında faaliyet gösteren ve duygularını görmekte zorlandığımız iki tür kişilik tipi vardır:
- Duygulara yer vermeyenler: Bu kişiler iş ortamına girdiklerinde duygularını kapıda bırakabilir. Özellikle narsist karakter özelliğine sahip bireyler, hedeflerine ulaşmak için sahte duygular sergileyebilirler. Empati eksikliği nedeniyle, kötü niyetli eylemleri için asla gerçekten üzülmezler. İstediklerini elde etmek için yollarına çıkan herkesi manipüle ederler.
- Duyguları görmezden gelenler: Bu bireyler ise iş yaşamında hissettiklerini bastırma eğiliminde olurlar. Başkaları zamanında onlara hiçbir şey hissetmemenin ve istediğini elde etmenin başarılı olmanın tek yolu olduğunu anlatmış olabilir. Onlar da “mış” gibi davranmayı tercih ederek stres seviyelerini artırma pahasına sessiz kalarak maruz kaldıkları kötü davranışları görmezden gelmektedir. İlerleyen zamanlarda üzerinde güç sahibi olduğu diğer insanlara karşı kötü davranışları tekrarlayıp dururlar. Diğer gruptan farklı olarak içten içe olumsuz duyguları deneyimledikleri için suçluluk duygularını bastırmak adına kendilerine dünyanın bu şekilde işlediğini söylerler. Bu davranış biçiminin onların sağlığına, duygularına ve sosyal yaşamlarına maliyeti ise oldukça yüksektir.
Duygulara yer vermemek, onları bastırmak veya yok saymak hayatın her alanında sağlıksız sonuçlar doğurur. Ancak bu demek değildir ki profesyonel yaşamımızda duygularımızın kontrolü tamamen ele geçirmesine izin verelim. Yapmamız gereken, duygularımızı doğru yöneterek dengede kalmaktır.
İş hayatında duygularımızı nasıl yönetebiliriz?
Duygularınızın iş hayatında yer edinmesinin ilk şartı içinde bulunduğunuz çevrenin kültürüdür. Bu çevrenin kültürünü dikte edemezsiniz, değiştiremezsiniz. Bu anlamda etki alanınızın yalnızca kendi çevrenizde sınırlı olabileceğini söyleyebiliriz. Tüm bunlara dayanarak yapmanız gereken, küçük eylemlerle bu kültürün değişmesine katkıda bulunmaktır.
Proaktif olun.
Yüksek bir sorumluluk duygusuna sahip olduğunuzda, hedeflerinize ve planlarınıza göre neler yapabileceğinizin veya yapmanız gerektiğinin bilincinde olursunuz. Duygularınızın farkına varırsınız ancak olaylara kısa vadeli tepki vermezsiniz.
Kendinizi tanımıyorsanız ve planlarınız yoksa, duygularınızın eylemlerinizi önceliklendirmesi riskini almış olursunuz. Kendinizi tehdit altında hissettiğinizde ya da birine bağırmaya karar verdiğinizde, gerçekleştireceğiniz bu davranış daha fazla soruna neden olabilir.
Anlık, güdüsel tepkiler verdiğimizde yanlış adımlar yapma ihtimalimiz yükselir. Çok fazla stres altında olduğunuzu fark ettiğinizde, kendinizi bunalmış hissettiğinizde yavaşlayın. Bir adım geri çekilin ve sizi tetikleyen durumları görmeye çalışın. Kendinizi hazır hissettiğinizde olay anına geri dönün.
Rasyonel düşünün.
Duygularınız sizi mantık dışı düşünmek ve endişelenmek için aşırı zaman harcamaya yönlendirebilir. Rational Emotive Behavor Therapy‘nin kurucusu Albert Ellis, olayı içselleştirme ve zihinsel olarak ona bağlanma tuzağından çıkmak için rasyonel düşünmenin nasıl kullanılacağını bir örnekle açıklamıştır:
- Kabul: Örneğin biri size “yalancı” dedi ve sinirlendiniz. Öncelikle sinirlenmenin doğal bir tepki olduğunu fark edin.
- Kontrolsüz odaklanmayı önlemek: Kontrolsüz odaklanma ile kızgınlığınız büyük bir öfkeye dönüşebilir. Zihninizde sürekli çevirdiğiniz düşüncelerden dolayı hafif bir duyguyu çok daha güçlü bir duyguya siz dönüştürürsünüz.
- Rasyonel mantık uygulamak: Çözüm odaklı olun. Eğer gerçekten yalan söylediyseniz, hatanızı kabul etmek için harekete geçebilir veya bir dahaki sefere neyi daha iyi yapacağınızı düşünebilirsiniz. Ancak yalan söylemediyseniz kendinize bu kişinin fikrinin sizin için önemli olup olmadığını sorabilirsiniz. Önemli ise o kişinin fikrini değiştirmek için farklı eylemlere odaklanın.
- Zorunlu bakış açısı getirmemek: Karşılaştığınız bir durumda hemen şunları söylüyorsanız hak iddia ediyorsunuz demektir:
- Üniversite/yüksek lisans mezunuyum. Şirketin bana vermesi gereken ücret X’dir.
- 15 yılı aşkın tecrübem var, insanlar bana saygılı davranmalı.
- Sektörde iyi bir yerdeyim, meslektaşlarım beni dinlemeli.
Elbette haklarınızı gözetecek, hak ettiğinizin peşinden koşacaksınız. Ancak bu gibi ifadeler doğru olsa bile -meli, -malı ile zorunluluk getirdiğiniz bu bakış açısı sizde gerçeklikten uzaklaşmaya, körlüğe neden olur. Zorluklarla mücadele etme yeteneğinizi zayıflatırsınız. Dayanıklılığınızı dış olaylarla sınırlandırmış olursunuz. Dahası, duygusal olarak olayın kendisine değil, olaya yüklemiş oldugunuz anlama tepki vermiş olursunuz.
Söz konusu duygular ise bunların iş hayatında da var olduğunu kabul etmek ilk adımdır. Evet, duyguların iş yaşamında yeri vardır; özellikle şimdilerde her zamankinden daha fazla. Ancak kendi sorumluluğumuzun ve işbirliğimizin ön planda olduğu yeni bir dünya düzeni hızla hayata geçmekte. Komuta ve kontrol yöntemleri gücünü kaybetmek üzere. Bunun için de işletmelerin ve organizasyonların duygusal açıdan daha olgun ekiplere yer vermesi gerekiyor. Unutmayın ki duygularınızı doğru bir şekilde yönetip onları kontrol edebildiğinizde, bu işletmelerin size ihtiyacı olacak.