Basit yaşama sanatı, minimalizm…
Son yıllarda hemen her alanda karşımıza çıkıyor. Tüketim çılgınlığı son hızda devam ederken sadeleşelim, arınalım felsefesi ona eşlik ediyor. Bir şekilde dengeye gelmeye çalışıyoruz, ne dersin? Ruhumuzu kutuplara ayıran her neyse onu dengeleyen bir akım doğuveriyor. Doğa uçları sevmiyor anlaşılan. Tüketici olmak bizi acıktırıyor, sadeleşmek dindiriyor. Peki bunu insan ilişkilerinde ne kadar yapabiliyoruz? Ruhumuzdaki fazlalıklardan, iç dünyamızdaki kalabalıktan ne kadar arınabiliyoruz? Sosyal ağımızı ne kadar sadeleştirebiliyoruz? En önemlisi, tüm bunlara ne kadar ihtiyaç duyuyoruz?
İnsan ilişkileri çok yorucu olabiliyor zaman zaman. Akışkan, değişken, kuralsız… Kim sana ne kadar yakın? Diğerine kalbini ne kadar açmalısın? Ötekisi gidip geliyor, hayatının neresine koymalısın? Can arkadaşın bir laf etti, ömürlük yük oldu sana. Hayal kırıklığına uğramak yeterli mi? Uzaklaşmak ne denli gerekli? Bunlar gibi bir sürü soru, sorun..
Beceriksiz hissediyorum bazen kendimi.
Kimi ne kadar yakınımda tutacağımı kestiremiyorum. Hayatımın ne kadarını paylaşacağımı bilemiyorum. Yoruyor beni, bilmem sende de oluyor mu?
Ahmet’i çok seversin, dürüst adamdır ama öyle abuk bişi yapar ki, kendini aptal gibi hissedersin. Mehmet’i canın bilirsin, anlattığın her şeyi bir başkasıyla paylaşmakta hiiç sıkıntı görmez. Ayşe senin geçmişindir, bugüne ne kadarını getireceğini bilemezsin. Fatma devamlı kendini över, bire bin katar. Hayatın şifresini çözmüştür, ballandıra ballandıra anlatır. He Fatma, aynen öyle! Aysel çok değişmiştir, nereye koysan sırıtır hayatında. İnceden inceden laf sokar böyle. Gülümseyerek… İnanamazsın, insanlıktan soğutur seni. Ali öyle çıkarcıdır ki, en basit konuda bile manipüle edildiğini hissedersin. Bi şekilde hep onun istediği olur, şaşar kalırsın.
En çekilmezi de Veli’dir bak. Bi tripler bi pozlar…
Söylediğin/söyleyemediğin bir söz, aldığın ya da bir türlü alamadığın karar için, afedersin, bok gibi hissetmene neden olur. En iyi yaptığı şey budur hayatta, yargılamak… Oturduğu yerden yaftayı basar, etiketi yapıştırır. Eve gittiğinde kendini sümük gibi hissedersin.
“Velicim senin bu tavırlar literatürde aşağılık kompleksi olarak geçiyo” diyemezsin. Suratına bi tane geçirmek (belki bi tane kesmez seni, Veli’nin pişkinliğiyle doğru orantılı burası, hesabı güzel yap), canını yaktığı anların hıncını almak istersin; olmaz. Kültürlü hanım kız/efendi çocuk duruşuna yakışmaz. Öfken içinde sıkışır, nereye kaçacağını bilemezsin.
Gün olur ani tepkilerle kalp kırarsın; an gelir kabuğuna çekilir, kalbini kapatırsın. Veli gelir özür diler, Aysel gönlünü alır, derken hayat devam eder. Her kırgınlık bir çakıl taşı olur bavulunda. Her hayal kırıklığı bir damla civa olur, yavaş yavaş dengen bozulur, saflığının kaybolduğunu hissedersin.
Ruhunda anlamsız bir kalabalık birikir…
Bazen biri gelsin, ilişkilerine çeki düzen versin istersin. Feng Shui uzmanları var hani: Geliyorlar evine, şuranın enerjisi şöyle güzel, burada bunlar fazlalık diye derleyip toparlıyorlar etrafı. Aynısının minimalist olanından; ruhundaki yükleri alsın, gereksizleri paketlesin, yorucu insanları kapı dışarı etsin.
Hayal etsene, dolabındaki fazlalıkları attığın gibi ruhundaki ağırlıklardan kurtulduğunu… Eski eşyalarını ayırıp ihtiyacı olanlara bağışladığın gibi yıllanmış duyguları, insanları, anıları hatta, uzaklara gönderdiğini. Niyeti bozuk bir rahatlık veriyor düşüncesi, itiraf etmeliyim.
Ne Aysel’in sinsiliği kaldı, ne Ahmet’in patavatsızlığı… Ali’nin bencilliği rüyalarda… Veli’nin pozları mı? Veli hangisiydi?
Yeni doğmuş bebek gibi ruhun; tertemiz, yalın, masum…
Bütün fazlalıklar gitmiş. Hafif hissettiriyor öyle değil mi? İç dünyanda kimsecikler kalmamış, kalabalığın uğultusu yerini ferahlığa bırakmış.
Oldu mu?
Mis gibi oldu valla! O zaman lafım Ahmet’ten Aysel’den çok sana! Bırak gitsinler, mesafe koy arana. Az görüş, paylaşımını limitle, beslendiğin frekansın dışına çıkma. Diyeceğim o ki, yorma kendini. Enerjini tüketme boşuna. Hele şu Veli ile görüşme allasen, yetmedi mi? Etrafında enerjini yükselten, sana inanan, sevgi verebilen, güzel insanlar olsun. Hep Mehmet yok bak dünyada. Tonla güzel yürek, tatlı sohbet var. Tonla şevkat, samimiyet var! Senden aldıkları sana getirdiklerinden çok olanları şöyle alalım: hayatının mümkün olan en uzak köşesine.
Yalnız kalırım diye korkuyor musun?
Korkma, hiçbir şey olmaz.
Ya da kork, sonra karar ver:
Masum bir sadelik mi gelsin ruhuna? Yoksa anlamsız bir kalabalık mı?
Sevgilerimle,