Neden olmadığımız bir yere karşı özlem duyarız? Olmadığımız yerin daha iyi olduğuna inandığımız için mi? Yoksa oraya hiç varamayacağımızdan korktuğumuzdan mı? İnanıyorsak şimdiki zamanın geleceğin bir parçası olduğunu kabul edemez miyiz? Sabırsız olmak, oraya varmamızı kolaylaştırıyor mu yoksa bulunduğumuz yerde kontrolü elimizde fazla tutmamıza sebep olup mutsuzluğumuzla mı sonuçlanıyor?
Bu sorulara cevaplarımız çok net. Çoğumuz geleceğe giden yolun şimdiki zamanın tadına varmaktan, o anda var olmamızdan geçtiğini çoktan biliyor. Ama hayatı anda kalmak felsefesiyle yaşamaya gelince teoriyle pratik uyuşmuyor ve biz şimdiki zamanı terk ediyoruz.
Peki yarını hiç düşünmeden mi yaşamalıyız?
Gelecek hakkında hayal kurmak bizim hakkımız. Hayal kurmazsak umudumuz yok demektir. Hayal kurmazsak yarın için tutkuyla yaşamıyoruz demektir. Ama bunu şimdiki zamanda olduğumuz yerde sıkışmış hissetmeden de yapabiliriz.
Peki pratikte teoriyle buluşup bu felsefeyi yaşam biçimimiz haline nasıl getirebiliriz?
Hayatına yakından bak.
Bazen işler yolunda gitmediğinde ve varmak istediğimiz yerde olmadığımız için şikayet ettiğimizde sorunun sadece dış etkenler olduğunu düşünürüz. Toksik ilişkileri tercih edip istediğimiz ilişkinin varmamasından yakınırız. Terfi isteriz ama elimizden gelenin en iyisini yapmaya gönüllü olmayız ya da terfi istediğimizi iş verenimize söylemez bunun bariz belli olduğunu düşünürüz.
Bu defa, dış etkenlere tüm gücü vermeden kendi hayatına yakın bir mercekten bakabilir misin? Hayatında neyin değişmesini istiyorsun? Yarının sana ne getirmesini bekliyorsun?
Bu sorulara detaylı bir şekilde cevap ver. Ben yazmanı ve aklındaki düşünceleri yazıya dökmeni öneririm. Bazen düşüncelerimizi yazıda görmek neyin absürd neyin geçerli bir sabırsızlık olduğunu anlamamıza yardım eder. Bu sorulara cevap verdikten sonra bak bakalım, neyi kontrol edebilirsin? Neyi bir adım daha değişik yapabilirsin.
Komiktir ki biz bu sorulara yanıt buldukça aslında çoğu şeyin bizim gücümüzün dışında değiştiğinin farkına varırız. Birinin bize olan duygusunu çok da etkileyemeyiz. Hava durumunu değiştiremeyiz. Geciken treni hızlandıramayız. Ama tüm bunlar olurken yapabileceğimiz çok da basit olmayan ama gerekli bir şey vardır: Nasıl hissettiğimize ve bizi zorlayan olay ya da durumla nasıl baş ettiğimize dikkat etmek.
Zorla karşılaşınca nasıl davranıyorsun?
En son başına gelen zorlayıcı anıyı aklına getir. Nasıl bir tepki verdin? Bu tepkini cevap vermeye dönüştürebilir misin?
Cevap vermek ve tepki göstermek arasında büyük bir fark vardır çünkü. Tepki duygularla olur, genelde uç noktada yaşanır. Düşünmeden, nefes almadan verilen kararlardır. Öfkeyle ya da panikle hareket ederiz. Cevap ise üzerine düşünülmüştür. Bir gece üstüne yatıp bizi etkileyen durumun içinde kendimize alan yaratmışızdır. Olaya objektif açıdan yaklaşıp, içinden ders çıkarmaya çalışmışızdır.
İşte seni zorlayan durumlarla da bu şekilde baş etmeye çaba göster. Durakla, nefes al, gözlemle ve cevap ver. Bazen anın içinde durgunluk yakalamak sessizlik ya da vazgeçmek gibi gözükse de aslında bilge bir davranıştır. Hayatın olmasına izin vermektir. Şimdiki zamanda sıkışmadan bunu deneyebilir misin?
Anda kalmak için mindfulness pratiği yap.
Hepimiz az çok farkındalıkla ilgili bilgiye sahibiz şu zamana kadar. Belki de günümüzde en çok duyduğumuz terimlerden biri. Ama iş uygulamaya gelince pek de başarılı olamıyoruz. Çünkü çoğu zaman farkındalığın sadece meditasyon koltuğunda pratik edildiğini düşünüp, hayatın içinde otomatik düşünce sistemlerimizle savrulup gidiyoruz. Hele bir de meditasyonun gücüne inanmıyorsak ya da şans vermediysek, farkındalık bizim için uzak bir terim bile sayılabilir.
Farkındalık pratiğin ne durumda olursa olsun, tavsiye edeceğim birkaç egzersizle farkındalığı hayatın içinde oyun haline getirebilirsin.
Bu pratikler Thich Nhat Hanh’ın bilgeliğinden geliyor:
1. Kendine ufak hatırlatmalar yap. Her telefon çaldığında ya da kapının zili çaldığında hemen yanıtlamak yerine bir, iki, belki üç nefes al ve öyle yanıtla. Andan ana koşmak yerine şimdiki zamana bir şans ver. İşin ilginç tarafı biz farkındalıkla durakladığımızda karşıda bizden cevap bekleyen kişiye de farkındalık için şans tanımış oluruz diyor Thich Nhat Hanh. İki farkında insandan daha iyi kim iletişim kurabilir?
2. Yürürken adımlarına dikkat et. Küçükken hepimiz ya kaldırımdaki taşlarda zıplamısızdır ya da bazı çizgilere basmadan yürümeye çalışmışızdır. Bu oyunu şimdi farkındalık pratiğine ekleyebilir misin? Her adımını nefesinle eşleştirebilir misin? Bunu yavaş yürümeye fırsatın olduğu güvenli bir alanda dene. Belki de odanda, parkta, kaldırımda yavaşça yürürken. Nefes al, bir adım at. Nefes ver, bir adım at. Bu andan başka bir an yok; kaçmaya çalışmadan yürümenin tadını çıkar.
3. Multitasking alışkanlığından uzaklaş. Çoğumuz multitasking -yani aynı anda bir sürü iş yapabilme-becerimizi CV’imize mutlaka yazmışızdır. Ben de o kişilerden biriydim daha önce. Ta ki multitasking’in çok da övünülesi bir yanı olmadığını anlayana kadar. Neden mi? Çünkü aynı anda birkaç işe güç vermek demek, gücümüzü bölmek demek. Emeğimizi hepsine bölüştürmek, hiçbir işimizde tamamen tüm varlığımızla bulunmamak demek. Yemek yerken tadına varmamak. Duş alırken müzik dinleyip suyun tenimize dokunuşunu hissetmemek. Arkadaşımızla vakit geçirirken telefona gelen bildiriye dikkat verip sosyal ilişkimizden ödün vermek. Öyleyse, en kolayından başla. Yemek yerken tamamen anda kal. Bunu haftada en az bir kez uygula. Yemeğini kokla, ağzına yaklaştır, renkleri gör, cismini gör, yavaşça ağzına lokmayı al, çiğne ve keyifle yut. Eğer sevmediysen yargılamadan, tepki vermeden sevmediğinin farkına var.
Gelecek hakkında vizyonuna inan.
Çoğu zaman gelecegi hayal ederken şimdiki zamanın onun bir parçası olduğunu unuturuz. Her başarısızlığın, başarının, üzüntünün ve mutluluğun, yani hepsinin geleceğimizi şekillendirdiğini, aslında her şeyin hayal ettiğimiz geleceğe bizi taşıdığını görmezden geliriz. Bizim için sadece en mutlu anlar önemlidir. Onlar gerçekleştiğinde de bir gün mutlu olup ertesi gün “Tamam, sıradaki ne?” diye telaşa düşeriz. Yine başa döner, yeni bir endişeyle hayatımızı devam ettiririz.
Peki hayal ettiğimizin çoktan gerçekleştiğine inansak nasıl olur?
Dr. Joe Dispenza diyor ki, kuantum yasasına göre şimdiki zaman bütün olasılıkların buluştuğu noktadır. Peki bu doğruysa ve istediğimiz gerçeklik bizim olasılığımız ise nasıl yaşamalıyız? Öncelikle hayal ettiğin şeylerin ne olduğunu belirle. Yarınki sen nasıl düşünüyor? Nasıl davranıyor? Kimle görüşüyor? O zor gelen duruma nasıl cevap verirdi?
Peki o kişi olmak için neden yarını bekliyorsun? Şimdi olmak istediğin o kişiden bir parçayı benimse ve hayatının nasıl da değiştiğini gör. Bunu neden yapıyoruz? Çünkü Joe Dispenza’ya göre enerjimizi geleceğimizle senkronize ettiğimizde kendimizi geleceğe itelemektense istediğimiz şeyleri kendimize çekmiş oluruz. Hak vermeden geçemiyorum. Üzgün durup her gün ağlarsak, gelecekte takılı kalırsak, geleceğimizi nasıl inşa edebiliriz? Kalbimizi sevgiye açıp, bir yabancıya karşılıksız nezakette bulunmazsak, bizimle aynı frekansta olan sevgi dolu başka birini hayatımıza nasıl çekebiliriz?
Hayat bana kötü davranıyor deyip hayatın bize iyi davranmasını bekleyemeyiz. Enerjimizle bile olsa, pasif bile gözükse yarınımızı inşa etmeye şimdiden tavrımızı değiştirerek başlayabiliriz. Bunu yaparken yarına değil bugüne odaklanmayı unutma. Olmak istediğin kişi ol ve bugünü doyasıya yaşa; iyi ya da kötü duygularla, insanlığının deneyimine vararak.