İnsan varoluşu, tarih boyunca filozoflar, psikologlar ve düşünürler tarafından incelenmiş bir tema olmuştur. Varoluşsal sorgulamalar, insanların kendilerini ve yaşamın anlamını derinlemesine anlamak için sürdürdüğü bir arayışa işaret eder. Bu arayış, içsel dünyamızdaki karmaşıklıkları ve bilinmeyenleri keşfetmeye yönelik bir çabadır. Hayatın derinliklerine indiğimizde, bazı temel kaygılar ve belirsizliklerle karşılaşırız; bu kaygılar, varoluşsal sorgulamalarımızın merkezinde yer alır. Bu kaygıları anlamak için, felsefi yönü çok baskın bir psikoterapi kuramı olan varoluşçu terapi kuramını inceleyelim. Ardından ünlü Psikiyatrist Yalom’un ortaya koyduğu varoluşsal kaygılar ile başa çıkma yollarına birlikte göz atalım!
Var olmanın kaygısını anlamak
Varoluşçu terapi, insanların varoluşundan kaynaklı kaygılara odaklanan bir kuram. Odak noktasında bireylerin var olma yolları ve varoluşsal kaygıları yer alıyor. Bu kurama göre insanlar, var olmalarının doğal bir sonucu olarak yaratılıştan kaynaklı kaygılar yaşar.
Herkes kaygı hisseder. Kaygı, çoğu zaman yaşamı sürdürmemize yarayan ve tehdit anında bize sinyal gönderen insani bir duygudur. Kurama göre bu tür kaygılar normal kaygılardır. Örneğin yaya olarak karşıdan karşıya geçerken bir arabanın bize doğru hızla geldiğini görürsek kaygılanırız. Bu kaygı bize bir şeylerin yolunda olmadığını, hayatımızın tehlikede olabileceğine dair bir sinyal gönderir. Kaygının bizi uyarması ile birlikte koşmaya başlarız ve arabanın altında ezilmekten kurtuluruz. Bu doğrultuda ele alacağımız kaygı, normal ve istenirdir. Kişinin tehlike olmadığı halde kaygı hissetmesi, kaygıyı genellemesi ve kaygının yaşamının her alanında yayılması ise varoluşçu terapiye göre nevrotik kaygıdır. Bu kaygı birey için yıkıcı ve zararlıdır. Bu yazının ana konusu olan varoluşsal kaygılar ise normal kaygının bir çeşidi olarak görülür.
Temel varoluşsal kaygılarımız neler?
Ünlü Psikiyatrist Yalom’a göre var olmanın doğasında 4 temel kaygı yatar.
Ölüm kaygısı
Varoluşçu yaklaşıma göre ölüm korkusu her daim bizimledir. Her zaman bu korkuyu hissederiz ancak getirdiği kaygıyı yaşamamak için genellikle bastırırız. Hatta öyle ki yaşamımız boyunca bu korkumuzu bastırmak için çok fazla efor harcarız. Bu noktada bilinçdışında yer alan nihai bir kaygıdan bahsedebiliriz. Ölüm, varoluşun merkezinde yer almaktadır. Var olmak ve ölmek iç içe geçmiş, birbirine bağlı iki kavramdır. Kişinin ölüm kaygısı ne kadar fazlaysa hayattan aldığı doyum da bir o kadar az olacaktır. Bu nedenle ölüm korkusu ile yüzleşmek, kişinin yaşamında olumlu bir değişime sebep olur.
Özgürlük kaygısı
Bu kaygı türünü ilk duyduğumda “Neden özgür olduğum için kaygılanayım ki?” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sizlerin de aklından buna benzer düşünceler geçmiş olabilir. Kurama göre açıklayacak olursam özgür olmak; seçimlerimizden, davranışlarımızdan ve bunların sonuçlarından sorumlu olduğumuz anlamına gelir. Kendi hayatımızdan sadece kendimiz sorumluyuzdur.
Bu sorumluluk kaygı yaratır çünkü güzel sonuçlar da olduğu gibi kötü sonuçlardan da yine biz sorumlu oluruz. İnsanlar olarak yaptığımız hatanın sorumluluğunu almakta biraz zorlandığımız ise aşikar. Bu kuram neden bu konuda zorlandığımıza dair bir açıklama getirmiş denilebilir. Varoluşçu suçluluk hissi bizlerde kaygıya neden olur. Çünkü bu duygu kendimize karşı bir hata yaptığımızda yani seçimlerimizin olumsuz sonuçlarıyla yüzleştiğimizde kendini gösterir.
Anlamsızlık kaygısı
“Neden yaşıyorum?”, “Hayatımın anlamı ne?”, “Neden varım?” gibi derin sorularla baş başa kaldığınız oldu mu? Eminim günün sonunda herkesin aklından buna benzer bir soru bir kere de olsa geçmiştir. Bu da bizi var olmanın getirdiği bir diğer temel kaygı olan anlamsızlık ile tanıştırıyor.
Kurama göre insanlar olarak bir anlama sahip olarak doğmayız. Bununla beraber, yaşamda bütün çabayı yöneltecek ve bizi belirsizlikten kurtaracak bir rehbere ihtiyaç duyarız. Ancak hayatta seçimlerimizin kendi elimizde olmamasından dolayı kesinlik diye bir şey yoktur. Bu nedenle bazı kişiler yaşamda anlam krizi olarak da adlandırabileceğimiz varoluşsal bir kriz içine girebilir.
Yalnızlık kaygısı
Yalnızlık kaygısı belki de bize en tanıdık varoluşsal kaygıdır. Kurama göre insan en nihayetinde yalnız bir varlıktır. Doğduğumuz günden beri diğerleri ile aramızda kapanmayan bir uçurum vardır. Yalnız olmak, kendi hayatından sorumlu olmanın doğal bir sonucudur. Uzun süreli hissedildiğinde bireyler bu kaygıya dayanamaz ve bilinçdışına bastırmanın yollarını arar.
Varoluşsal kaygılar ile nasıl baş edebiliriz?
Yalom’a göre varoluşsal kaygılarla başa çıkmanın yolları, insanın kendini ve hayatını daha derin bir şekilde anlamasını ve bu kaygılarla yüzleşmesini içerir. İşte Yalom’un görüşlerine dayanan bazı stratejiler:
- Kabul ve İçsel Farkındalık: Yalom, varoluşsal kaygıların kaçınılmaz olduğunu ve bu kaygılardan kaçmanın, onları kabul etmekten daha zorlayıcı olabileceğini belirtir. Kaygıları kabul etmek ve onları içsel bir farkındalık geliştirmek, kişinin kendini ve yaşadığı duyguları anlamasına yardımcı olabilir.
- Anlam Arayışı: Yalom’a göre, insanların yaşamlarına anlam katmak, varoluşsal kaygılarla baş etmenin temel yollarından biridir. Kişisel değerler, hedefler ve anlamlı yaşam deneyimleri oluşturarak, yaşamın derin anlamını keşfetmek ve bu yolla kaygılarla başa çıkmak mümkündür.
- Özgürlük ve Sorumluluk: Varoluşçu terapi, bireylerin özgürlüklerinin ve sorumluluklarının farkına varmalarını teşvik eder. Yalom, insanların kendi yaşamlarının yönünü belirleme yetkisine sahip olduklarını ve bu özgürlüğün sorumluluk getirdiğini vurgular. Özgürlüğü ve sorumluluğu kabul etmek, varoluşsal kaygılardan kurtulmaya yardımcı olabilir.
- Yüzleşme ve Düşünsel Çalışma: Yalom, varoluşsal kaygılarla yüzleşmenin ve bu kaygılar üzerine düşünmenin önemini vurgular. Kişinin, ölüm, özgürlük, yalnızlık ve anlamsızlık gibi temel varoluşsal temalarla doğrudan yüzleşmesi ve bu temalar hakkında düşünsel bir çalışma yapması, kaygıları anlamlandırabilir ve yönetebilir.
- İlişkiler ve Bağlantılar: İnsanlar arası ilişkiler ve sosyal bağlantılar, Yalom’a göre varoluşsal kaygılarla baş etmede önemli bir rol oynar. Anlamlı ilişkiler kurmak ve başkalarıyla derin bağlantılar kurmak, yalnızlık hissini azaltabilir ve yaşamın anlamını artırabilir.
Varoluşsal kaygılar her bireyde vardır. Ancak bilinçdışına bastırıldığı için farkındalık eşiğini aşamamış olabilirler. Kimi bireylerde ise bu tür kaygılar aşırı görülür ve kendini çeşitli yollarla bizlere fark ettirir. Öyle ki, kimi zaman terapi odasında pek çok problemin altında yatan nedenin yalnızlık ya da ölüm kaygısı olduğunu fark edebiliriz. Yalom’a göre varoluşsal kaygılar ile baş etmenin yegâne yolu onları fark etmek, kabul etmek ve yüzleşmektir.
Kim bilir, belki siz de bu yazı ile kendinizde var olan kaygıları fark etmişsinizdir. Belki de onları kabul etme aşamasına bile geçmiş olabilirsiniz!