Hayatımız ne kadar bağlı bir şeylerin olmasına, öyle değil mi? Bir ilişkiniz olursa kendinizi daha iyi hissedeceksiniz, kilo verirseniz güzel olduğunuzu düşüneceksiniz, terfi alırsanız işe yaradığınızı bileceksiniz… Koşulsuz olarak güzel olduğumuzu, sevilmeyi hak ettiğimizi ya da değerli görülebileceğimizi hissedemiyor muyuz? Mutlaka bir şarta bağlı mı olmalı? Dünyada var olan güzel sıfatların, iyi hissettiren vasıfların bir bedeli mi olmalı? Verdiğiniz kilolarla mı “güzel” etiketini alıyorsunuz? Ya da özgeçmişinize eklediğiniz prestijli okullarla mı saygınlık basamaklarını çıkıyorsunuz? Emin misiniz? İstediğiniz vücuda sahip olsanız da, hayalinizdeki kariyeri yaratsanız da, yıllarca peşinden koştuğunuz o insanla evlenip çocuk sahibi olsanız da değerli hissedebileceğinizden emin değilim.
Koşullarınızı dış dünyaya bağlamış olabilir misiniz?
İstediğiniz kiloya ulaştınız, inanılmaz çekici bir vücudunuz var, ne giyseniz yakışıyor. Hayallerinizdeki işe de girdiniz, hayırlı olsun. Hatta o çok beğendiğiniz adam/kadın vardı ya, onunla da şahane bir ilişkiniz var. Peki, gerçekten değerli, başarılı, mutlu ve rahatlamış hissediyor musunuz? Belki kısa bir süre için evet. Peki ya sonra? Mutluluğunuz ne kadar sürecek?
Bulunduğunuz ortamda sizden daha iyi görünen birileri olduğunda vücudunuza duyduğunuz güven zarar görecek mi? İçten içe kötü mü hissedeceksiniz? Zihninizi meşgul edecek mi tüm bu ayrıntılar? Sevgiliniz arkadaşlarıyla dışarı çıkmak istediğinde kıyametleri koparacak mısınız? İçten içe “Benden daha iyisini bulur mu?” diye soracak mısınız kendinize? Size sevgisini, bağlılığını sunduğunda onu kabul edebilecek misiniz? Yoksa inancınızı yitirip “Bir gün gidecek.” diye korkuyu mu kucaklayacaksınız sevdiğiniz adam/kadın yerine? Patronunuzdan attığınız her adımda onay bekleyip, alamadığınızda geri mi çekileceksiniz? Hazırladığınız rapor beğenilmediğinde okları kendinize mi çevireceksiniz? Yoksa iş arkadaşlarınızla kendinizi kıyaslayıp eksik olduğunuzu mu düşüneceksiniz?
“Eğer, yok, umrumda olmaz.” diyorsanız, sizi tebrik ederim. Tanıştığımıza memnun oldum. Yazının bundan sonraki kısmı içinde minik de olsa bir şüphe barındıranlar için.
Eğer uzaktan yakından, içten bir yerden tanıdık geliyorsa bahsettiklerim size; utanç ya da suçluluk duyabilirsiniz, bu hakkınızdır. “Utanmayın, suçluluk duymayın.” demeyeceğim size. Çünkü ilk adım, duygularınızla barışmaktır. Ağır bir sayfayı açıyoruz; bu sayfayla birlikte gelen her duygu kabulümüzdür.
Yudumladığınız kahvenin tadı acı gelse de şunu söylemek istiyorum: Merkezinde değilseniz, hayatta dilediğiniz statüye erişemeyeceksiniz. Merkezinde olmamak; özgüveninizin dış etkenlerce tahrip edilebileceği, yaşadığınız olaylara göre şekilleneceği anlamına geliyor. İyi haber şu ki, eğer bunu yakalayabilirseniz, hayatın sonsuz ve sınırsız güzellikleri önünüze serilecek.
Özgüvenin kaynağı sizde olmalı.
“Özgüven dışarıdan beslenmeyecek mi?” diye soracaksınız bana. Elbette kendinizi çevresel zenginliklerle besleyeceksiniz. İltifat edildiğinde gülümseyecek, alkış aldığınızda selam vereceksiniz. Ancak sorun, dışarıdan gelen bu pozitif/negatif etkilerin “kendinizle ilgili fikirlerinizi” değiştirmesinde.
Özgüveninizin tamamen dış dünyaya bağlı olduğunu düşünsenize. Ahmet beğendi, güzelim. Mehmet zeki olduğumu söyledi. Ahmet fikrini değiştirdi, şişmanmışım. Mehmet vazgeçti, yeterince zeki değilmişim. Ben kimim tam olarak? Neyim? Hangi sıfatları hak ediyorum? Her gün toplum beni yeniden mi şekillendirecek? Bugün iyiyim, yarın garip miyim? Bugün güçlüyüm, yarın iradesiz miyim? En iyisi şöyle yapalım: ben bırakayım kendimi. Ahmet, Mehmet istedikleri gibi yazsınlar beni. Oldu mu? Olmadı. Özgüvenimi ben yaratacağım. Ona ben şekil vereceğim. Kendime “önce ben” değer vereceğim ki şarttan, koşuldan arınsın şu kısacık ömrüm. Mehmet’in, Ayşe’nin fikirleri benim için değerli olsun, ama beni baştan yazıp çizecek kadar önemli olmasın. Alkışlar beni mutlu etsin, eleştiriler düşündürsün. Ama kendimle ilgili düşüncelerimi, hislerimi değiştirmesin.
Kendine kibar davranabilir misiniz?
Kendinize çok kıymetli, çok önemli biriymişsiniz gibi yaklaştınız mı hiç? Ruhunuza saygı duymaktan, nazik olmaktan bahsediyorum. İçsel diyaloglarınızda takındığınız sıcacık tavırdan, kendinizi incitmemek için gösterdiğiniz şefkatli çabadan bahsediyorum.
Çok değerli, çok nadir bulunan bir varlık gibi davranın kendinize. Minicik, tertemiz, savunmasız bir çocuğa bakar gibi bakın. Güzel yemekler yedirin, sağlığınıza özen gösterin. Saçlarınızı şefkatle tarayın, aynada sevgiyle selamlayın. Söylediklerinizi dikkatle dinleyin, nezaketle sorularınızı cevaplayın. Yorulunca dinlenmesine izin verin, neşeliyse coşkusunu çoğaltın. Üzüldüğünde teselli edin, kızdığında hak verin.
Üzerine titrediğiniz, özenle baktığınız bu varlığı zamanla sevmeye başlayacaksınız. Ona böylesine nezaketle emek verdikten, kibar davrandıktan sonra dışarıdan gelen etkiler eskisi kadar sarsamayacak iç dünyanızı. Kendinizi kıymetli hissedecek, fikirlerinize başkalarının düşüncelerinden daha çok önem vereceksiniz. Sarsılmaz bir özgüven dolaşacak kanınızda ve ömrünüzün sonuna dek sizi koruyacak.
İşte o zaman güzel olmak için kilo vermeniz gerekmeyecek. Başarılı hissetmek için falanca okulu bitirmeseniz de olacak. “Komşunun oğlu evleniyor, senin aklın havada.” dediklerinde gülümseme gelecek içinizden. İşte o zaman şartsız, koşulsuz yeterli hissedeceksiniz kendinizi, olduğunuz gibi… Nasıl bir özgürlük olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Değerli olduğunuzu bilerek yaşamanın… Sahip olduklarınızı hak ettiğinizi bilmenin, kendinizi güzelliklere layık görmenin… Ve bunu çabasız, olduğunuz gibi başarabilmenin…
Kıyaslama yok, hayal kırıklığı yok, sağlam ve yıkılmaz bir özgüven var sadece. Bunu yaşamayı hak ediyorsunuz, hepimiz hak ediyoruz.