Hiç gerçekleştiğinde mutluluktan havalara uçacağınızı düşündüğünüz bir olay gerçek olduğunda aslında ‘mutluluk’ hissinin düşündüğünüz kadar uzun sürmediğini ve her şeyin eskisi gibi olduğunu fark ettiğiniz oldu mu? Ya da başınıza gelen korkunç bir olaydan sonra asla toparlayamayacağınızı düşündüğünüz anları hatırlıyor musunuz? Nasıl olur da olması için can attığımız olaylar/ koşullar gerçek olduğunda etkisini yitirip eskisinden farklı hissetmeyiz? Nasıl olur da sevgilimizden ayrıldığımızda bir daha eskisi gibi olamayacağımızı düşündüğümüz halde ayrıldıktan sonra hayatımıza devam eder ve üzülmeyi bırakırız? Mutluluk, hüzün, öfke neden ve nasıl bu kadar kısa sürüyor? Bu soruların cevabı hedonik adaptasyon yeteneğimizde saklı!
İnsanın uyum sağlama yeteneği: Hedonik adaptasyon
Tüm bu soruların cevabını Lykken ve Tellegen, hedonik adaptasyon kuramı ile bizlere açıklar. Hedonik adaptasyon kuramına göre bireyler, iyi ya da kötü haberler sonrasında gelişen bu yeni duruma uyum sağlayarak eski mutluluk denge noktasına geri dönerler. Mutluluk denge noktası, her insanın doğal olarak sahip olduğu bir iyilik halini ifade eder. Yapılan araştırmalarda, bireylerin yeni bir yaşam olayı sonrası eski mutluluk noktasına geri dönme süresi, bir başka deyişle uyum sağlama süresi ortalama 3 ay olarak bulunmuştur. Bu durumda bireyin hayatında gelişen olumsuz olaylara verdiği tepki ile olumlu olaylar karşısında verdiği tepkiler birbirini nötrler ve denge sağlanır.
Aslında uyum sağlama yeteneğimiz sadece psikolojik tepkilerimiz için geçerli değil. İnsan vücudu fizyolojik olarak da içinde bulunduğu ortama uyum sağlama becerisine sahip. Evin içinde bir yemeğin altını yaktığımızda bir süre sonra o kokuyu almamaya başlamamız bu duruma küçük bir örnek olarak verilebilir. Hangi boyutta olursa olsun üstün bir uyum sağlama yeteneğimiz olduğu aşikar gibi görünüyor.
Peki bu durumun bir istisnası yok mu?
Her iyi ya da kötü olay için geçerli mi? Bir gün yolda yürüdüğünüzü düşünün. Yolda yürürken bir muhabir yanınıza geliyor ve size “Piyangodan büyük bir ikramiye bugün size çıksa mutluluk seviyeniz ne kadar artar?” diye bir soru yönelttiğini varsayın. Cevabınız ne olurdu? Mutluluk seviyenizin çıkabileceği en üst noktaya çıkacağını söyleseniz kimse yadırgamaz sanırım. Ancak durum öyle değil. İnsanların iyi ya da kötü tüm olaylara uyum sağlama ve denge noktasına dönme becerisi sebebiyle, kendisine büyük bütçeli ikramiye çıkan insanların bile belli bir süre sonra mutluluk seviyelerinin normal insanların mutluluk seviyesiyle aynı olduğunu bulan araştırmalar mevcut.
Bu duruma bir başka örnek olarak dünyanın en zengin adamları ile yapılmış bir araştırmayı ele alalım. Amerika’nın en zengin 100 iş insanı ile yapılan bir araştırmada, zengin iş insanlarının ve normal gelire sahip insanların mutluluk düzeyleri karşılaştırılmış ve aradaki farkın çok az bir puana tekamül ettiği, zenginliğin tahmin edildiği gibi mutluluk algısında büyük bir fark yaratmadığı, hatta 100 iş insanından 37’sinin normal popülasyondan daha az mutlu olduklarını ifade ettikleri sonucuna ulaşılmış.
Uyum sağlama ikilemi: Hedonik adaptasyon aynı zamanda yarar sağlıyor
Araştırmaların sonuçları ışığında, bugün bu sonuçların sebebinin bireylerin uyum sağlama becerisinin bir sonucu olduğunu biliyoruz. Sadece bu açıdan bakınca güzel yaşam olaylarına uyum sağlama becerimiz kötü bir şeymiş gibi duruyor. Duruma bir de diğer açıdan bakalım.
Bireyler olarak hayatta acı verici, stres arttırıcı ve psikolojik açıdan zorlayıcı pek çok yaşam olayı ile karşılaşıyoruz. Sevdiğimiz birinin kaybı, geçirilen bir trafik kazası, işten çıkarılma, kanser… Uyum sağlama becerimiz bu noktada da devreye giriyor. En atlatamayacağımızı düşündüğümüz olaylara bile uyum sağlıyor, varlıklarına alışıyoruz.
Güncel bir örnek olarak pandemi sürecini ele alabiliriz. Ülkemizde salgın ilk yayılmaya başladığı zamanlarda herkes için yeni ve bilinmez bir durum söz konusuyken, yaklaşık 3 ay sonra çoğu kişi duruma uyum sağladı ve maskeler, dezenfektanlar, tokalaşmamalar, insanlardan uzakta yürümeler hepimiz için normal bir hal aldı. Hastalanma riski aynı hatta daha fazla olmasına rağmen kaygılanma düzeyimiz azaldı.
Bu ve buna benzer pek çok durumda, olayın gerçekleştiği ilk zamanlardaki yoğun olumsuz tepkilerimizi göstermeye devam etseydik pek çoğumuz için hayata devam etmek, yaşamdan keyif almak ve psikolojik sağlığımızı korumak çok zor olurdu.
Psikoloji bilimi, iyi ya da kötü başımıza gelen çoğu olaya uyum sağlama becerimiz olduğu konusunda hemfikir. Günlük yaşamdaki deneyimlerimiz de bu becerimizi doğruluyor. Uyum sağlama becerimizin iyi ya da kötü bir özellik olup olmadığı, durumu hangi perspektiften ele aldığımıza göre değişir gibi duruyor. Ancak ben insanlar olarak bir denge noktamızın olmasının ve bu denge noktasına dönme çabamızın psikolojik sağlığımız için en faydalısı olduğunu düşünüyorum.