Tam zamanlı işimizle birlikte hayatta diğer mutlu olduğumuz hobilerimizi gerçekleştirebilmek, dünyanın farklı yerlerinden yılda en az 3 şehir görmek, sağlığımıza ve kişisel zevklerimize vakit ayırmak, bol bol kitap okuyabilmek hepimizin hayalidir değil mi? Zamanın bu kadar hızlı aktığı yaşamlarımızda “iyi ama hepsi bir arada nasıl olabilir ki?” sorusunu sorduğunuzu duyar gibiyiz; mümkün. Zeynep Cansoylu, tam zamanlı işini sürdürürken seyahat ediyor, gezdiği yerlerle ve okuduğu kitaplarla ilgili bloguna ayrıntılı rehberler yazıyor, aynı zamanda yoga eğitmenliğine devam ediyor. Bugün Zeynep Cansoylu ile hayatın içinde yapmak istediklerimiz ile zorunda olduklarımız arasındaki dengeyi sağlayabilmek için bir yolculuğa çıkıyoruz! Yolumuzda hayaller, biraz insan olmanın getirdiği zorluklar ama bolca umut var.
Öncelikle kendinizi nasıl tanımlarsınız? Sizi siz yapan şeyler nelerdir?
Bu çok zor bir soru açıkçası… Yogada en çok konuştuğumuz konulardan biri ama aynı zamanda. “Beni ben yapan şeyler vücudum mu? Yoksa zihnim mi?” diye sık sık düşünüyorum. İnsan tamamen vücuttan ibaret olamaz, genetik olarak beni yansıtan şeyler beslenme şeklimden, yaşadığım coğrafyaya kadar değişiklik gösterebiliyor. Bunu atladığımızda sıra zihnime geliyor. Ama zihin de düşüncelerden oluştuğu ve düşüncelerim de günden güne değiştiği için zihnim de tamamen beni tanımlıyor diyemem. O zaman geriye birçok yoga öğretisinde de yer aldığı gibi enerji kalıyor.
İnsan olarak olaylara verdiğimiz tepkilerden ibaret olduğumuzu düşünüyorum. Ben de kendimi olaylara verdiğim enerji bütünlüğü olarak tanımlayabilirim. Bu elektriksel ve o anda oluşan bir durum. Zamanla dönüşüp, değişiyor enerjilerimiz ve tepkilerimiz. İnsan olarak da bu tür aşamalardan geçiyoruz. Her an değişmekle birlikte, daha ileriye gittiğimi, daha derin ve sakin düşünmeye başladığımı, bilinçli biri olma yolunda ilerlediğimi umuyorum.
Tam zamanlı bir işiniz varken hem seyahat ediyor, hem de içerik üretiyorsunuz. Hayatınızdaki dengeyi sağlamak için ne yapıyorsunuz?
Yoğun günlük yaşamımı rutinlerle dengede tutmaya çalışıyorum. Sabah yedide uyanıyorum. İşe gidiyorum. İşte kendime göre bazı kurallarım var. Sigara içmiyorum. Çalışırken çok fazla ara vermemeye, vakit kaybetmemeye çalışıyorum. İşimi mesai saatleri arasında bitirip evde kendime zaman yaratmayı seviyorum. En geç 18:30’da evde olup köpeğimizi yürüyüşe çıkarıyorum. İşim gün içinde sıkı çalışmama rağmen bitmezse, işi eve getirip yine kendi rutinim içinde tamamlamaya çalışıyorum.
İş hayatımla günlük hayatım arasındaki dengeyi beni heyecanlandıran şeyleri yapmaya çalışarak sağlıyorum. Udemy’de sosyal medya & Instagram dersim var, blog yazıyorum, yeni kültürler görüp, deneyimliyorum. Hayatımda bana zaman ve verim kazandıran şeyleri uygulamaya çalışıyorum. Rutinler zaten hayatımız için büyük bir önem taşıyor. Beynimiz her gün aynı saatlerde yaptığımız şeyleri öğreniyor ve alışkanlık haline getiriyor. Böylece de bir düzen kurmuş oluyoruz hayatlarımızda. Bunların dışında hafta sonlarımı verimli geçirmeye özen gösteriyorum.
Bu aralar yogaya başladığım için çok sık yazı yazamıyorum. Ama yogadan da ödevlerim olduğu için bu durumu kabul edip, programımı da ona göre düzenliyorum. Sabah kalkınca bir yapılacaklar listesi yapıyorum ve bu listeye uymaya çalışıyorum. Bazen çok yorulmuşsam izin günlerimi evde değerlendiriyorum ya da en sevdiğim kafelerde zaman geçiriyorum. Bunlar beni yoğun hayatımda en çok besleyen şeyler. Gözünde büyüttüğün hiç kimse kusursuz değil; herkesin kendi derdi, problemleri, düşünceleri var, hayatta rahat olmak ilk başta yapmamız gereken şeylerden, insanları gözümüzde büyütmemeliyiz.
Seyahatlerinizden öğrendiğiniz en önemli üç dersi sorsak?
Dünya üzerindeki herkes sandığımızdan çok daha fazla birbirine benzer özelliklere sahip. Bu Filipinler’de hayatında hiç cep telefonu görmemiş bir köylü, Küba’da palmiye ağaçlarından yapılmış bir evde yaşayan yerli, Güney Afrika’da bir hırsız, Tokyo’da bir iş adamı olabilir. Çok farklı hayatlar yaşasak da özümüzde hepimiz aynıyız. Hepimizin sevdiği insanlar var, yemek yemeyi seviyoruz, gezmeyi seviyoruz, fotoğrafımız çekilince mutlu oluyoruz, güzelsin denilince yüzümüzde kocaman bir gülümseme oluşuyor.
Nordik ülkeler hep ‘’soğuk millet’’ olarak aktarılmış olsa da o ülkelerde yaşayan insanların çoğu bir şey sorunca uzun uzun açıklıyorlar, ilgileniyorlar seninle. Tokyo’da herkes çok meşgul olmasına rağmen yolu sorduğun biri seni gideceğin yere kadar götürebiliyor. Böyle böyle hepimiz özümüzde aynıyız. Bunlardan yola çıkarak öğrendiğim şeyleri, herkes aynı özümüzde çok iyiyiz, işler bazen çok ters gidebilir, soğukkanlılığını koruman lazım ve gittiğin ülkede oranın vatandaşı gibi davranmanın her zaman sosyal çevre kazandırdığı şeklinde sıralayabilirim.
Hayatı dolu dolu yaşamak, kendinize vakit ayırmak için ritüelleriniz var mı?
Çok fazla ritüelim var. 2016 yılında iş için Manchester’a gitmiştim. Oradan da trenle İskoçya’ya geçtim. Gezerken bir kitapçıda mavi kapaklı 5 yıllık bir günlük buldum. Bu defterin gün aralıkları çok kısa olduğu için bu beni yazmak için çok motive etti. 2-3 günde bir yazıyorum ve sonra geri dönüp hissettiklerimi okumak bana çok iyi geliyor. Bu defterlerden herkesin edinmesini tavsiye ederim. Kendini tanımak için çok etkili bir yardımcı.
Bir başka ritüel olarak her sabah meditasyon yapıyorum. 10 dakika meditasyonla bile kendimi aşırı enerjik ve mutlu hissediyorum. Bir evcil hayvan edinmek bana göre ritüellerin en güzeli, yaşamını ona göre ayarlamak, biyolojik saatlerine dikkat etmek ve onunla yürüyüşe çıkmak bana çok iyi geliyor.
Ayrıca hafta sonları şükran günlüğü tutuyorum bunu da Oprah Winfrey’den duydum. Hayatımda varlığına şükrettiğim ne varsa onları günlüğüme yazıyorum. ve yazmadan da kendime iyi hissedebileceğim bir ortam hazırlıyorum. Kahvemi yapıyorum, mumlarımı ve tütsülerimi yakıyorum. Evde kuytu bir yere çekilip yazıyorum. Bunu ne zaman yapsam bana “senin yüzün ışıldıyor, ne oldu?’’ diyorlar. Sanırım bu bana en iyi gelen ritüellerimden biri.
Bu süreçte kendinize dair neler buldunuz? Sevdiğiniz işi keşfedebildiğinizi düşünüyor musunuz?
En büyük sıkıntılarımdan biri yapmayı sevdiğim pek çok iş olması. Tek bir şeye odaklanmak hiç benlik değil. Şu an yaptığım kurumsal işim, yoga eğitmenliği, blog yazarlığı, Udemy ile ilgili işlerim ve son zamanlarda öğrenmeye başladığım dijital pazarlama var. İşimle ilgili olmasa bile yeni şeyler öğrenmeyi seviyorum. Temelinde yaratıcılık olan her işi severek yapıyorum. İdeal işimi bulduğumu söyleyemem. Sevdiğim şeyleri bulmayı ve düzenli olarak devam ettirmeye çalışıyorum sadece. Ama eğer hayalinizdeki ideal işi henüz belirleyemediyseniz, bununla ilgili Paulo Coelho’nun çok güzel bir sözü var.
Çocukken en çok neyle vakit geçirmekten hoşlanıyorsanız ona bakın diyor Coelho ve ben oldum olası çocukluktan beri yazı yazmayı çok seven biriydim. Şimdi blog yazıp, rehberler hazırlayarak bu arzumu gerçekleştiriyorum ve ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
Tüm bu maceranın başında, 20’li yaşlarınızdaki halinizi cesaretlendirmek için ona neler söylerdiniz?
Kendime küçük şeyleri takmamasını, her şeyin gelip geçtiğini söylerdim en başta. Çünkü benim küçük şeyleri takmadığımı söyleyip aslında en çok onları düşünme gibi bir huyum var. 20’li yaşlarımın başındaki Zeynep’e sakin olmasını, ani tepkiler vermemesini söylerdim ayrıca. Bazen bir şeyler ters gittiğinde hemen kendini bırakmamasını durumlara farklı yönlerinden bakmasını öğütlerdim. Cesur ol derdim kısaca bir şeyi isteyebilirsin, onun için uğraşabilirsin, olmayabilir ama sorun değil. Sonuçta denedin ve pişman olmayacaksın.
20’lerimizin yaşındayken kafamıza taktığımız her şey belli bir süreden sonra o kadar anlamsız geliyor ki, o hayatta her şeyi biliyormuş gibi duruşlarımız, endişelerimiz… Gerçekten hiçbir şey bilmediğimiz aydınlığını ise 30 yaşına geldiğinde anlıyorsun.
Ben bir de her zaman kendime şunu söylüyorum. Başarmak>başaramamak>hiç denememek. Yani en büyük pişmanlıklarımız hiç denemediklerimizden geliyor. Son olarak 20’li yaşlardaki kendime keskin yargılarını birazcık yumuşatmasını önerirdim. Çünkü hayatta hiçbir şey aynı kalmıyor.
‘’Cesur ol, bir şeyi istiyorsan söyle en kötü reddedilirsin, bu bile hiçbir şey söylememekten iyidir.’’
Son olarak, hayallerini gerçekleştirmek isteyen ama önünde engeller olduğunu düşündüğü için adım atamayan KİK okuyucularına ne önerirsiniz?
Keşke her şeyi bana baştan söyleyen biri olsaydı diye düşünüyorum çoğu zaman, irili ufaklı hayallerin olabilir, bunları gerçekleştirdiğindeki duygu paha biçilemez olsa da, her zaman isteklerimizin bir üst seviyesi var. Bir dağ gibi düşünün zirveye ulaştım derken, önüne aşman gereken başka bir engebe çıkıyor. Bu uzun bir yolculuk, ulaşmamız gereken pek çok tepe var burada önemli olan sürecin kendisi.
Önereceğim şey, bir hedefe odaklanıp, sadece onu yapacağım diye günlerini, aylarını, yıllarını harcamamalarıdır. Çünkü hedeflerimizi ulaşılması zor olan şeyler olarak gözümüzde büyütürken, hayatın içindeki küçük ama asıl değerleri anları kaçırabiliyoruz çoğu zaman. Hayallerine giden süreçte keyif almalarını, eğer bu süreç onlara keyif vermiyorsa, çok da geç olmadan değiştirmelerini öneririm. Sosyal medyayı çok dikkate almasınlar ve hayallerini oluştururken mutlaka ama mutlaka bunu ben mi istedim yoksa bir yer mi gördüm diye kendilerine sorsunlar.
İşte Zeynep Cansoylu’nun mutlaka okuyun dediği kitaplar!
- 21.yüzyıl 21 ders Yuval Noah Harari
- Kurtlarla Koşan Kadınlar – Clarissa Pinkola Estes
- Yaşamayı öğrendiğim Gün – Laurent Gounelle
- Siddhartha – Herman Hesse
Zeynep Cansoylu’nun Seyahat ve verimli yaşam güncellemelerine @zeynepcans instagram hesabından ulaşabilirsiniz.