Bazı açlıklar sadece mideyle ilgili değildir. Kimi zaman yediğimiz her lokmada sevgisizliğimizi, terk edilmişliğimizi, içimizde büyüyen yalnızlık hissini çiğneriz. Kimi zaman ise kendimizi aç bırakarak, kontrolü elimizde tuttuğumuza inanırız. Fakat tüm bu döngülerin ardında yatan, çoğu zaman farkına varmadığımız bir gerçek vardır: Stres bağımlılığı.
Savaşmaya olan bağımlılığımız: Stres bağımlılığı nedir?
Stres, beynimizin tehditleri algıladığında verdiği doğal bir tepkidir. Ancak bazılarımız için stres sadece geçici bir uyarılma hali değildir; adeta bir kimlik haline gelir. Sürekli bir mücadele içinde olma ihtiyacı, hiçbir zaman gerçekten gevşeyememe, rahatlamaktan suçluluk duyma gibi belirtiler, stres bağımlılığının göstergeleridir.
Peki, neden bazı insanlar stres bağımlısı olur? Çocuklukta yaşanan ihmal, travmalar veya duygusal olarak istikrarsız bir ortamda büyümek, kişinin sinir sistemini sürekli alarm halinde tutmasına sebep olabilir. Sürekli diken üstünde olmak, bilinen ve güvenli bir his haline gelir. Gevşemek ise bilinmeyen, belirsiz ve tehditkar bir durum gibi algılanabilir. İşte tam da bu yüzden, bazı insanlar farkında olmadan kendilerini hep stresli, meşgul ve baskı altında tutmaya çalışırlar.
Bu bağımlılık, zamanla beslenme alışkanlıklarımızı ve yemekle olan ilişkimizi de zehirler. Çünkü stres, vücudu hayatta kalma moduna sokar ve yeme davranışlarımızı içgüdüsel olarak yönlendirir.
Bedenin çığlığı: Stresin beslenme üzerindeki etkisi
Vücut, stres altındayken kortizol hormonunu salgılar. Kortizol, enerji depolamaya ve hızlı çözümler üretmeye odaklıdır. Bu yüzden stresli olduğumuzda tatlı, tuzlu ve karbonhidrat ağırlıklı yiyeceklere yöneliriz. Çünkü bu tür yiyecekler beynin ödül merkezini hızla harekete geçirerek, anlık bir rahatlama hissi yaratır.
Ancak bu döngü tehlikelidir. Çünkü stres ne kadar kronik hale gelirse, yeme davranışlarımız da o kadar otomatikleşir. Zamanla yemek, açlığı gidermek için değil, stresi yönetmek için yaptığımız bir eyleme dönüşür. Bunu fark ettiğimizde kendimize şu soruları sormalıyız:
- Gerçekten aç mıyım, yoksa sadece yoğun bir duygu mu hissediyorum?
- Yemek yeme isteğim hangi duyguyla bağlantılı?
- Neden özellikle bu tür yiyeceklere yöneliyorum?
Bu soruların cevapları, stresin ve duygusal açlığın hangi noktalarda yemekle kesiştiğini anlamamıza yardımcı olabilir.
Yeme bozuklukları: Stresin bedenle savaşı
Stres bağımlılığı ve yemekle olan bozuk ilişkimiz, zamanla daha ciddi sonuçlar doğurabilir. Özellikle kontrol ihtiyacının yoğun olduğu bireylerde anoreksiya, yani kendini aç bırakma eğilimi gözlenirken, stres ve duygu düzenleme zorlukları yaşayan kişilerde bulimiya veya tıkınırcasına yeme bozukluğu görülebilir.
Bu bozuklukların ortak noktası, yemekle bir güç mücadelesi içine girilmiş olmasıdır. Yemek, bir ceza ya da ödül haline gelmiştir. Kendimizi aç bıraktığımızda kontrol hissini kazanırız, tıkınırcasına yediğimizde ise anlık bir rahatlama yaşarız. Ancak her iki durumda da duygusal açlığımız devam eder. Bu yüzden, yemek bozukluklarını sadece fiziksel bir sorun olarak görmek eksik bir yaklaşımdır. Çünkü bu bozukluklar, aslında ruhun açlığıyla ilgilidir.
Bazen aç olduğumuzu sanırız, ama aslında içimizdeki boşluğu yanlış şekilde dolduruyoruzdur. Gerçek açlığımızı görmek, iyileşmenin ilk adımıdır. Ve belki de ihtiyacımız olan şey, bir tabak dolusu yemek değil; biraz huzur, anlayış ve kendi içimize yönelteceğimiz sıcak bir kucaklamadır.