Hepimizin korkuları, mutlulukları, üzüntüleri, şaşkınlıkları ya da çeşitli duyguları hatırlatan belirli anıları var. Kimini birileriyle paylaşıyoruz, kimini sadece kendimize saklıyoruz. Kimini ise kendimizden bile saklayıp hiçkimsenin ulaşamayacağı derinlerde tutmayı tercih edebiliyoruz. Ancak görünen o ki onlar sandığımız kadar saklanma eğiliminde değiller. İçimizdeki her bir duygu, düşünce ve inanç açığa çıkacağı anı sabırsızlıkla bekliyor. Pygmalion Etkisi, ifade bulmuş ya da bulmayı bekleyen duygu, düşünce ve inançlarımızın geleceği nasıl etkilediğine dair önemli bir bakış açısı sunuyor.
Pygmalion etkisi nedir?
1968 yılında yayınlanan ‘Pygmalion in the Classroom’ çalışmasında Robert Rosenthal ve arkadaşları, öğretmenlerin yaklaşımlarına göre öğrencilerin performanslarındaki değişimleri incelediler. Öğrencilerin her birinin IQ düzeyi ölçüldü ve öğretmenlere, bu öğrencilerin IQ düzeylerine göre yüksek olanlarla ayrı, düşük olanlarla ayrı sınıflar oluşturulduğu bilgisi verildi. Öğretmenler bu bilgi doğrultusunda ders vererek dönemi sürdürüp tamamladılar. Ancak öğretmenlerin bilmedikler bir şey vardı; aslında öğrenciler IQ seviyelerine göre değil rastgele gruplandırılmışlardı! Dönem sonunda yüksek olarak tanıtılan sınıftaki öğrencilerin IQ seviyesi yeniden ölçümlendi ve öğrencilerin IQ düzeylerinde ciddi ölçüde artış gözlemlendi. Yani aslında öğretmenler, rastgele seçilen öğrencilerin yüksek IQ düzeyine sahip olduğunu düşünerek belirli bir yaklaşım sergiledi ve bu yaklaşım bunu hisseden öğrenciler üzerinde anlamlı bir etki yarattı.
“İnanç, görmediğimize inanmaktır. Bunun ödülü ise inandığımızı görmektir.” demiş Saint Augustinus. Buradan yola çıkarak söyleyebiliriz ki; duygu, düşünce ve inançlarımız, gizli ya da açık, istemli ya da istemsiz fark etmeden, bir şekilde ifade bularak bizi ve çevremizdekileri etkileme ve kendi gerçekliğini yaratma konusunda büyük bir güce sahip. Sıklıkla seçtiğimiz sözcükler nasıl ki zamanla düşüncelerimize dönüşüyor, düşüncelerimiz davranışlara ve davranışlarımız alışkanlıklara dönüşüp karakterimizi usul usul besliyorsa, bu gelişimin ne yönde olacağını seçimlerimizle kendimiz belirleyebiliriz.
Hayata dair önceliklerimiz ve kendimize göre doğrularımızın rehberliğine her zaman ihtiyaç duyuyoruz. Kendi yaşam yolculuğumuzun merkezinde olmak istiyorsak bu çok daha önemli hale geliyor. Kendimize söylediklerimiz, zamanla benimsediğimiz ve sorgulamaya ihtiyaç duymadığımız olgular haline geliyor ve tehlike çanları böyle zamanlarda çalmaya başlıyor.
Pygmalion etkisinden nasıl fayda sağlayabiliriz?
Pygmalion Etkisi, kendini gerçekleştiren bir kehanet olarak varlığına inandığımız şeyleri hayatımızda konumlandırmamızı sağlıyor. Eğer aynı şekilde devam edersek, mevcut yaklaşımlarımız ancak mevcut durumumuza çok yakın sonuçlar getiriyor. Diğer yandan, kendimizin bir üst versiyonu olmak istiyorsak her zaman gelişim alanlarımız var ve bu alanları iyileştirmek için farklı bakış açıları ile yaklaşmaya gereksinim duyuyoruz.
Örneğin, toplantılara hep geç kalan bir çalışan olduğumuzu düşünüyorsak ve bunu değiştirmek için farklı hiçbir şey yapmıyorsak; bu kehanet biz sonlandırana kadar kendini gerçekleştirmeye devam edecektir. Aksi durumda, bu düşünceden sıyrılmak için neler yapabileceğimizi düşündük ve bulduğumuz yeni bir yaklaşımı en azından bir kere uyguladık diyelim. İçimizden bir ses, yıllardır beslediğimiz düşünceyi sürekli gündeme getirmeye devam edebilir ve kendimizi geç kalan insan olarak etiketlemeye devam edebiliriz. İşte bu noktada rüzgarın yönünü değiştirmek için Pygmalion Etkisi’nin gücünü arkamıza alabiliriz!
Geçmiş deneyimlerimiz doğrultusunda oluşturduğumuz yargılarımız ne kadar güçlü olursa olsun; biz değişmeye karar verdiğimiz anda yeni seçimlerimizle oluşturacağımız benliğimizin temellerini atmaya başlıyoruz. Bu örnekteki gibi geç kalan birisiyim diyen iç sesimizi biraz geri plana almak ve kendimizle ilgili zamanında yaptığımız işlere odaklanmak yeni bir kehanet yaratmamız için ona odaklanmamızı bekliyor. İşin güzel tarafı ise her zaman yeni bir kehanet yaratma gücünü her birimizin potansiyelimizde barındırıyor olmamız. Sadece değişimi başlatma cesaretine ve bunu desteklemeye yönelik bir çabaya ihtiyacımız var.
Pygmalion etkisi ile başkalarının değişimine katkıda bulunabilir miyiz?
Kendimize odaklanmak çok önemli ancak bunun yanında çevremizi de etkileyebilir miyiz? Rosenthal ve arkadaşlarının çalışması da diğerleri üzerindeki etkimizi yansıtıyor. Az önceki örneğe benzer şekilde toplantılara sürekli geç kalan bir arkadaşımızı düşünelim. Eğer biz bu durumdan rahatsızlık duyuyorsak ve bu durumu imalarda bulunarak ifade ediyorsak, arkadaşımızın mevcut kehanetini pekiştirmiş oluyoruz. Bunun yerine karşımızdakini yargılamaktan bir adım öteye giderek karşımızdakine bu durumu değiştirme kapasitesine sahip olduğu düşüncesiyle yaklaşmayı denersek tepkilerimiz çok farklı olacaktır. Bakış açımız değiştiğinde verdiğimiz tepkilerimize biz bile şaşırabiliriz! Elbette hiçkimse öncelikle kendisi istemediği sürece değişmez ancak bu arkadaşınıza en az üç arkadaşı “toplantılara zamanında gelme potansiyeli taşıyan biri” düşüncesiyle yaklaştığını düşünsenize… Değişim ya da sonuç karşımızdaki kişi ile ilgilidir, ancak bizim davranışlarımızla yarattığımız etki bizim sorumluluğumuzdadır. Bu şekilde su birikintisine düşen bir damlanın yarattığı etki gibi arkadaşımızın olumlu yönde dönüşümünü sağlamak için Pygmalion Etkisi’ni kullanmayı seçebilirsiniz.
Pygmalion Etkisi ile birlikte tüm kehanetlerimiz her gün kendini gerçekleştiriyor. Önemli olan hangilerinden hoşnutuz, hangileri bizim için öncelikli ya da hangileriyle ilgili değişme gereksinimimiz var gibi konulara odaklanarak bilinçli seçimler yapabilmek. Geçmişimizdeki çıkarımlarımızla kendimiz ve diğerleri ile ilgili oluşturduğumuz yargılarla kaplı sağlam kalelerde yaşıyoruz. Bazen yeni bir yere girmek için yolcuğa çıkıyoruz. Varış noktamızı ya geçmişimiz belirleyecek ya da bilinçli seçimler sonrası yaratabileceğimiz Pygmalion Etkisi… Karar tamamen bizim.