Zaman zaman “Bu başıma niye geldi?” ya da “Neden sürekli benzer şeyleri yaşıyorum?” diye düşündüğümüz oluyor, öyle değil mi? İlk şoku atlattıktan sonra yavaş yavaş sorgulamaya başladığımız, açıklamalar ve sebep-sonuç arasında sıkıştığımız süreçler de deneyimleyebiliyoruz. Peki bu durum normal midir? Gayet normal tabii, burada insani bir halin dışavurumundan bahsediyoruz. Çünkü ‘sabit’ varlıklar değiliz! Yaşadıklarımızın elbette nedenleri var, ancak tek bir neden ya da aklımıza ilk gelenler deneyimlerimizi basitleştirmekten öteye götüremez maalesef.
Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez!
Varoluşçu bakış açısına göre, hayatı bir yolculuk olarak kabul edersek rotamız varıştan ziyade kavrayış üzerine çizilir. Bu sebeple ‘neden?’ sorusuna ve bunlara bulunan hazır cevaplar yerine, kendimize yakınlaşmamızı ve yaşadığımız dünyayı daha iyi kavrayabilmemizi sağlayacak sorulara yönelmek bizi daha canlı ve akışta tutar.
“Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez.” diyen Sokrates, bundan yaklaşık 2.500 yıl önce önemli bir tespitte bulunmuş. Bunu yaşamla uyumlanarak ritmi yakalamamıza yardımcı olabilecek temel bir kaynak olarak düşünebiliriz.
Aslında burada yaşadıklarımızın anlatmaya çalıştıklarını ‘anlamaktan’ bahsediyoruz. Kabul edelim, kolay değil ve olmayacak da! Ancak bu bir süreç ve deneyimlerimizden oluşuyor. Belki de yaşamımızı yaşanabilir ve hatta keyifli kılacak bir rehberden söz ediyoruz.
Hayat çözülmesi gereken bir sorun değil.
Kierkegaard, “Hayat çözülmesi gereken bir sorun değil, deneyimlenmesi gereken bir gerçekliktir.” demiş. O halde son nefesimizi verene kadarsa yaşamımız, son nefesimize kadar da deneyimlemeye açık olduğumuzdan bahsedebiliriz. Her bir deneyim biricik, bize özgüdür. Deneyimlerimizle yakınlaşırız kendimize ve kendimizi tanıdıkça hayatımızı anlamlandırabiliriz. “Anlamlar icat edilmez, keşfedilir.” diyen Frankl’e göre, içimizde halihazırda var olandan bahsediyoruz. Eğer bu anlamlardan uzaklaşırsak kendimize yabancılaşırız. Kendimize yabancılaştıkça da dünyaya yabancılaşırız. Bu durum ise eninde sonunda ayağımıza dolanır! İşte, insan olmak, adı üstünde bir olma halidir. Kendini tanıma yolculuğu ise deneyimseldir.
İnsan olmak ne demek?
Seçimlerimizle, yaptıklarımız kadar yap(a)madıklarımızla da hayatımızı şekillendiriyor olduğumuzu hatırlayalım. Bunların yanı sıra, seçimlerimizin beklenmedik sonuçlarıyla veya karşılaştıklarımızı, başımıza gelenleri kabul ederek de ilerler yolculuklarımız. Zaten tüm ‘rağmenlerimizle’ devam ederiz ve bazen fark etmeden yeni yollar çizeriz. Gelin yakından bakalım!
Yaşamımızda ‘anlamlandırdığımız’ seçimlerimiz doğrultusunda adımlar atıyoruz. Ne istiyorsak o yön rotamızı oluşturuyor. Bizi çekene doğru yöneliyoruz. Ancak ona sahip olur muyuz, ne zaman oluruz ya da nasıl sahip oluruz bilemeyiz. Hatta yolculukta ilerlerken bazen aslında istediğimizin ‘asıl’ istediğimiz şey olmadığına bile karar verebiliriz.
Varoluşçu terapist ve Türkiye’de Varoluşçu Akademi’nin kurucusu Ferhat Jak İçöz, ‘huzurlu bir hayat’ isteyip bu yönde ilerlerken bir noktada huzurun belki de sıkıcı gelebileceğini, asıl istediğimizin ‘keyifli’ bir hayat olduğunu keşfedebiliriz, der. İçöz’e göre, kendimize sadık ve dürüst kaldığımız sürece, huzurdan keyfe doğru geçiş yapmış olsak bile ‘yoldan çıkmayız’ aksine ‘yeni yollar keşfederiz.’ Bu durumu şöyle tanımlar: “İnsan olmak demek hep biraz eksik, biraz huzursuz, biraz arayışta olmak demektir. Sadece öldüğümüzde tamamlanacağız.”
Yolculuğumuz devam ediyor!
Aslında hayatımızı canlı kılan ve sabit olmadığımızı gösteren bir hayat akışına doğal olarak sahibiz. Başka bir ifadeyle, planlamadıklarımız ve başımıza gelenler ile yaptığımız seçimlerimiz doğrultusunda düz bir yolumuz yok. Olsa belki de sıkıcı olabilirdi. Yolculuğumuz engebeli, yokuş aşağı veya yukarı olabilir; duraklarımız farklılaşabilir. Hatta hedeflediğimiz durağa giderken heyecanımızı yitirebiliriz ve bir başka durak daha çekici gelebilir.
Hepimiz kendi hayatlarımızın kahramanlarıyız. Tam da bu sebeple hayatımıza olduğu haliyle, tüm hissettiklerimizle (olumlu/olumsuz) birlikte sahip çıkmalıyız. Olduğuyla, olmadığıyla, değişen ve dönüşeniyle yolculuğumuz devam ediyor. “Bazı hallerde, devam etmek, yalnızca devam etmek harikulade bir şeydir” diyen Albert Camus haklı olabilir mi?
Yaşadığımız hiçbir şey anlamsız değil ve başımıza gelenlerin bize anlatmaya çalıştığı bir şeyler, belki görmemiz, idrak etmemiz gereken bir detay muhakkak vardır. Bu hayatta boşa giden bir deneyimden bahsedemeyiz!