Kendimizle ilgili algılarımızın, bedenimizle doğrudan bir bağı olduğunu biliyor muydunuz? Fiziksel algılarımızı hissedip yorumlayamadığımız sürece kendimizi gerçekten tanıyamayız, diyor psikiyatrist Bessel Van Der Kolk. Başka bir deyişle, kendimizi tanımanın yolu, beden farkındalığımızla kesişiyor.
Hissizleşerek ya da tam tersi devamlı bir ikame duygu arayışı ile belki ‘daha kolay ya da tahammül edilebilir’ bir yaşama sahip olduğumuzu düşünebiliriz. Ancak bunun karşılığında bedenimizde olup bitenlere ilişkin farkındalığımızı da kaybetmeye başlarız. Tanısı konulamayan ağrılarımız da beraberinde gelir, hatta kronikleşir; kaygılarımız artar, fiziksel şikayetlerimiz günlük yaşamımızın bir parçası haline gelebilir.
İlgini çekebilir: Kendini Tanıma Yolculuğu: İnsan Olmak Üzerine Felsefi Bir Bakış
Bedenim bir araç mı?
Geçmeyen yorgunluğumuz, hızına yetişemediğimiz hayatımız ve ağrı, sızı, kaygı gibi şikayetlerimiz aslında bedenimizi bir araç olarak gördüğümüze işaret ediyor olabilir mi? Arıza çıkarmazsa dinlemediğimiz, arıza çıkarttığında ise hayıflandığımız, hatta belki bir parça sinirlendiğimiz bedenimizin, zihnimizle bir bütün olduğu gerçeğini zaman zaman göz ardı edebiliyoruz.
Hatırlayalım, yaklaşık 2.500 yıl önce Sokrates, “Zihni bedenden ayıramazsınız.” demiş. Bugün, zihin ile bedenin etkileşiminden bahsediyoruz. Zihnimizin bir çözüm üretemediği yerde bedenimizin çeşitli ağrı, hastalık vb. durumlarla devreye girdiğini gözlemliyoruz. Bu şekilde, psikolojik kökenli çatışmalarımızın biyolojik alanımıza aktarıldığına şahit oluyoruz. Kısacası, bedenimiz bizimle konuşuyor. Peki, bizler onunla iletişim kurabiliyor muyuz?
Nietzsche’ye göre, modern insan bedenini dinlemeyi ve en nihayetinde onu anlamayı bırakarak bedeninden uzaklaştı. Soyut fikir ve ideallerin peşinde, bedenini indirgedi. Onu, sadece bir araç olarak kullanmayı seçti.
İlgini çekebilir: Bir Dönüşüm Aracı Olarak Öfke ve Öfkenin Geliştirici Gücü
İç uyumsuzluk hali
İşin aslı, bedenimiz hissettiğimiz yeri anlatır. Bu, üzgün olduğumuzda belki burnumuzun sızlaması, öfkelendiğimizde midemizin ağrısı belki de heyecanlandığımızda kalbimizin hızla çarpması olabilir. Yani, her bir duygunun bedenimizde bir karşılığı var!
Her duygu hepimiz içindir ve onunla ne yaptığımız, daha doğrusu ne yapmadığımız oldukça önem taşır. Eğer yaşadığımız duyguyu hissedemiyorsak veya tolere etmekte zorlandığımız bir duygu var ise o duyguyla aramızda bir problem mevcut olabilir. Duygumuzu bastırıyor ya da görmezden gelerek onu reddediyor olabiliriz. Halbuki, zihnen reddettiğimiz duygular için bedenimiz devreye girer.
Dr. Gabor Mate, bu duruma ‘iç uyumsuzluk’ hali der. Duyguları bastırma yolu ile oluşan farkındalıktan kopma halini, vücudun fizyolojik mekanizmasının düzeninin bozulduğu bir hastalık halinin başlangıcı olarak açıklar. Kronik ağrılar, artan kaygı ve korkular, belki çarpıntılar ve hatta otoimmün birçok rahatsızlığın kapıları açılabilir!
İlgini çekebilir: Hayatta Kendi Yolunuzu Çizmenizi Sağlayacak 5 Prensip
Duygularım nereye gidiyor?
Duyguyu ifade etme biçimini çocukluğumuzda öğreniriz. “Yeter artık çok ağladın,” “Ağlamayı bırak, konuşacağız,” “Ağladığın için şimdi gidiyorum/gideceğim,” gibi koşul belirten her bir cümle, bizi yetişkinlikteki kalıp yargılarımıza hazırlar.
Çocukken bu halimiz ile kabul görmediğimizden bastırmayı, duygularımızı reddetmeyi öğreniriz. Duygularımız devam ederken onları zaman içerisinde hissetmemeyi, hissettiğimizi de göstermemeyi tercih ederiz. Artık, “Ağlamak iyi bir şey değil,” “Ben güçlüyüm, ağlamayacağım,” “Kendimi tutmam lazım,” inancına yönelir ve yetişkinlikte de aynı şekilde devam ederiz.
Duygularımızla kabul edilmediğimizde kendimizle olan bağlantımız kesintiye uğrar. Kendimiz olmak üzere geldiğimiz dünyada ‘kabul görmek için’ kendimize karşı olabiliriz! Zamanla ‘neyi seviyorduk,’ ‘neyden kaygılanıyorduk’ sorularından vazgeçer, kendimize sessizleşiriz.
Her bir duygu ile bedenimizde bir enerji oluşur. Duygularımızla gelen enerjimizi bastırarak durdurmaya çalıştığımız zaman, bedenimiz aslında durmaz ve o duygunun enerjisi de ortadan kaybolmaz! Aksine, açığa çıkamayan enerjilerimiz bedenimizde birikmeye başlar.
İşte tam da bu sebeple, bedenimizi dışladığımızda kendimizi de dışlamış oluruz.
İlgini çekebilir: Kadim Yaşam Sistemi Ayurveda’ya Göre Bütünsel Sağlık: Ruh, Beden, Zihin Dengesi
Ne yapabilirim?
Öncelikle, bedenimizin hayattaki amaçlarımızı gerçekleştirmek için bir aracımız olmadığını kabul ederek başlayabiliriz. Bedene ihtiyacı olanı vermeyi ve bedenimizin anlatmaya çalıştıklarına dikkat kesilmeyi, bir bütün olarak yaşamımızı sürdürmenin olmazsa olmaz olduğunu anlamaya çalışabiliriz.
Bedenimizi dinlemeyi öğrenmenin, onunla kuracağımız iletişimde saklı olduğunu fark edebiliriz.
Ancak bedenimizle içeriden dışarıya bir iletişim kurabildiğimizde, ona kıymet verdiğimizde kendimizi tanıma yolculuğunda sağlıklı adımlarla ilerleyebiliriz. Bizim en sadık dostumuz, bedenimizdir. Doğumdan ölüme, onunla birlikteyiz.
Bedenimizle iletişimimizde, adımlarımızı korkarak veya kaygıyla değil, merakla ve keşif amacıyla yaklaşarak atabiliriz. Tıpkı sporu daha iyi görünmekten ziyade daha canlı hissetmek için yapmak, vermeye çalıştığımız kiloları rakamlardan ziyade sağlığımız için bir yatırım olarak görebilmek gibi…
Nihayetinde, kendimize sorular sorabiliriz:
- Duygularımız için hayatımızda yeterli bir alan açıyor muyuz?
- Hoşumuza gitmeyen duygularımız ile ne yapıyoruz/ne yapmak istiyoruz?
- Ağrılarımız bize ne anlatmaya çalışıyor?
- Rahatsızlıklarımız en çok ne zaman ortaya çıkıyor?
- İhmal ettiğimiz bir ihtiyacımız olabilir mi?
Kısacası, beden farkındalığımız ile dışarı değil içeri bakabiliriz, keşfedebiliriz. Bedenimizi tanıyarak içsel deneyimlerimizle barışabilir ve derinleşebiliriz.