İlişkiler bazen farklılıklar, yanlış anlaşılmalar ve duygusal tetikleyicilerle dolu bir savaş alanı gibi görünebilir. Ancak asıl mücadele partnerimizle değil, farkında olmadan bu ilişkilere taşıdığımız eski başa çıkma mekanizmalarıyla ilgilidir. Bu mekanizmalar, çocuklukta yaşadığımız terk edilme, ihmal, baskı ya da duygusal yaraların izleridir. O dönemde bizi güvende tutan bu alışkanlıklar, yetişkin ilişkilerimizde artık işlevsel olmaktan çıkar ve bizler için zorlayıcı birer davranış haline gelirler. Bu da “ilişkilerde hep aynı döngüyü yaşamak” olarak bize geri döner. Peki bu döngüyü kırmanın yolu nedir?
İlişkilerde hep aynı döngüyü yaşamak size tanıdık mı?
Çoğu zaman tartışmalar, yüzeyde görünen bir sorun hakkında gibi görünse de aslında geçmişteki yaralarımızı savunuyor olabiliriz. Küçükken geliştirdiğimiz bu stratejilerimiz, hem erken dönem aile dinamiklerinin problemleriyle hem de çevremizden duyduğumuz söylemlerle pekişmiştir. Bu söylemler bizim, güvenlik, kontrol ya da onay arayışlarımızı katı ve sınırlı bir çerçeve ile yönlendirmeye devam eder. Ve ne yazık ki, biz bu döngüleri pekiştiren ilişki dinamiklerini yeniden yaratırız, hep aynı güvenlik hissini farklı insanlarda arayarak sıkışıp kalırız.
Çocukluk döneminde terk edilmişlik hissi yaşayan bir birey, farkında olmadan duygusal olarak erişilmesi zor partnerleri tercih edebilir. Bu durum, terk edilme korkusunu pekiştirir ve çocuklukta geliştirdiği başa çıkma stratejisini; partnerin ilgisini ve sevgisini kazanmak için çaba göstermeyi, yeniden harekete geçirir. Benzer şekilde, baskıcı ebeveynlerle büyümüş bir kişi, yetişkinlikte ya kontrolcü bir partner rolüne bürünebilir ya da kendisini kontrol eden bir partner seçebilir. Bu seçimler, kişinin acı çekmek istemesinden değil, güvende hissetmek için bu tür dinamiklerin gerekli olduğuna dair çocukluktan gelen bir öğrenilmişlikten kaynaklanır.
Sonuç olarak, ilişkilerde tıkanmalar yaşanır, duygusal yakınlık azalır ve çiftler, her şeyin neden yolunda gitmediği üzerine düşünerek birbirini suçlamaya başlar. Ancak bu döngüyü kırmak için suçlamaktansa, her iki tarafın da kendi sorumluluğunu alması gerekir.
İlişkilerde büyümenin anahtarı: Sorumluluk almak
İlişkilerde tatminsizlik hissettiğimizde, partnerimizi suçlamak oldukça cazip gelebilir. Bu bize, geçici olarak rahatlama sağlayabilir, acımızın doğruluğu kanıtlayabilmiş ve haklı olduğumuzu hissettirebilir. Ancak bu yaklaşım, bizi başlangıç ile aynı noktada tutar ve dinamiği değiştirmek adına kendi rolümüzü sorgulama ihtiyacı hissetmemizin önünde bir engel olarak var olur.
Büyüme, hem bireysel olarak hem de çift olarak, içsel bir dönüşüm ve zor sorularla yüzleşmeyi gerektirir:
- Hangi eski yaralarımın etkisiyle hareket ediyorum?
- Geçmişteki deneyimlerim, bu ilişkide nasıl bir etki yaratıyor?
- Bu ilişkiye hangi korkularımı ve güvensizliklerimi taşıyorum?
- Partnerimin davranışlarına mı tepki veriyorum, yoksa geçmişten getirdiğim çözülmemiş sorunları mı yansıtıyorum?
Önemli olan, partnerimiz ile birlikte sağlıklı bir şekilde büyümeye odaklanmak demektir. Bu durum partnerimizin kötü davranışlara göz yummak ya da ilişkinin tüm sorumluluğunu tek başımıza almak anlamına gelmez. Bu, bize iyi gelmeyen taraflarımızı geride bırakabilmek demektir.
Nereden başlamalı?
- Farkındalık: İlişkilerdeki tekrarlayan döngüleri gözlemleyin. Aynı tartışmalar sürekli mi yaşanıyor? Tepkileriniz, duruma göre aşırı mı? Bu tür belirtiler, geçmişteki yaraların ve eski başa çıkma stratejilerinin etkisini gösterebilir.
- Kişisel Sorumluluk: Bu döngülerdeki kendi sorumluluğunuzu üstlenin. Geçmişinizden bu ilişkiye neler taşıyorsunuz? Kendi davranışlarınızı ve tepkilerinizi kontrol etmek, partnerinizin davranışlarını mazur görmekle karıştırılmamalıdır; bu, sadece kendi rolünüzü kabul etmektir.
- Suçlamayı Bırakın: Suçlamak, gerçek kişisel büyümeyi engelleyen bir kaçış yoludur. Gerçek şu ki, hiçbir ilişki dinamiği tamamen suçsuz bir taraf içermez. Amacınız haklı çıkmak değil, birlikte nasıl büyüyebileceğinizi keşfetmektir.
- Ben Dili İletişim: Partnerinizi suçlamak veya saldırmak yerine, duygularınızı açık ve savunmasız bir şekilde paylaşın. Örneğin, “Terk edilme korkusuyla tepki verdiğimi fark ettim” demek, “Bana hiç zaman ayırmıyorsun” demekten çok daha derin bir bağ kurar.
- Eski Anılarınızı Sorgulayın: Çocukluktan itibaren size anlatılan anılarınızı sorgulayın. Hala size fayda sağlıyorlar mı? Partnerinizden, sizinle ilgili ve aslında yalnızca sizin iyileştirebileceğiniz yaralarınızı iyileştirmesini bekliyor musunuz? Sevgi, güvenlik ve değer ile ilgili hikayelerinizi gözden geçirin.
- Birlikte Büyüyün: İlişkide büyüme, karşılıklı bir süreçtir. Bireysel sorumlulukla başlar, ancak her iki tarafın da kendi döngülerini sorgulayıp birbirlerini bu süreçte desteklemeleri gerekir. Büyüme, yalnızca bireysel bir çaba değil, ortak bir kararlılık ve bağlılık gerektirir.
İlişkilerin amacı, bizi onaylamak ya da tamamlamak değildir. Asıl amaç, bizi büyümeye, iyileşmeye ve kendimize dair farkındalık kazanmaya teşvik etmektir. Eski başa çıkma mekanizmalarımıza tutunduğumuz sürece, hem kendimiz hem de ilişkilerimiz gelişemez. Gerçek yakınlık, her iki tarafın da kendi büyüme yolculuğunun sorumluluğunu üstlenmesiyle mümkün olur.
Kendimizi tamamlanmaya ihtiyaç duymayan birine dönüştüğümüzde, artık eski yaralar üzerinden şekillenen bir ilişki değil, derinleşen ve güçlenen bir bağ kurabiliriz. Bu yol kolay değildir; bazen rahatsız edici, bazen acı verici olabilir. Ancak sonunda, suçlamaların ötesine geçerek, karşılıklı saygıyı besleyen ve her iki tarafın da gerçekten gelişmesine olanak tanıyan bir ilişki ortaya çıkar.